loading

Müesser Yeniay

Şimdi Bana Anlatmayın Erkekleri

simdi bana anlatmayin
Canım öyle acıyor ki
yerin altındaki taşları uyandırıyorum

kadınlığım benim
içine taş doldurulan kumbaram
solucanlara yuva, ağaçkakanlara
vücuduna inen tilkilere kovuk
kollarıma yeni tohumlar serpilir
hayatının erkeği aranır ki ciddi meseledir

kadınlığım soğuk mezem
ve bir yokluğun evi olan kasığım
dünya burada duruyor
sen içine atılan çöplerle yaşa

gittiğinde etin tırnaktan ayrıldığını anlat ona
kopuşun ilmiyle yaşadığını
anlat ona o amansız hastalığı

derisi soyulmuş bir kuzu gibi üşür eti bakışlarınızda
ben size annenizin rahmini borçlu değilim, bayım
kadınlığım, zaptedilmiş kıtam

ne bir tarlayım ekilen…
kazıyın bedenimden o benim olmayan organı
düşürebilseydim bir yılan kavı gibi
anne olunmaz bir cinayete

vatan değil, kadın bedenidir bölünen
şimdi bana anlatmayın erkekleri

 

Ana Yas

Ana Yas

Kadın olmak
istila edilmekmiş anne

her şeyimi aldılar

çocukluğumu bir kadın
kadınlığımı bir erkek.

tanrı kadını yaratmasın
tanrı doğurmayı bilmez

kaburga kemikleri kırıldı işte
bütün erkeklerin

boynumuz kıldan ince

erkekler bir cenaze gibi
taşıyor omuzlarında bizi

ayak altında kaldık

bir tüy gibi hafif uçtuk
bir alemden bir ademe

sözlerim de onların
ayak izidir anne

 

Bir gün göğü üzerimden kaldırdım
toprak çıplaktı

bir gun…

içimi kazdım
çapanın sesini duydum

Acı sütümü içip yattım
sütbeyaz değil

gölgeme dizildi insanlar
yeni birisini doğuracak gibi

dünyayı açtım
içine girdim, bir istiridye
gibi değil

yeni bir gemiye bindim
denize düşürdüğüm o dalgayı
da aldım yanıma.

 

Bir Yabancıyım En çok Kendime

Bir yabanciyim…

Üzerimde bir yabancıyla yaşıyorum
sanki zıplasam düşecek içimden

boynumdan altını seyrediyorum
saçları saçlarımdan
elleri ellerimden

ellerimin kökü toprak altında
acıyan bir toprağım ben kendi üstümde

kaç defa
ezilen aklımı taşın altında bıraktım

uyuyorum dinlensin
uyanıyorum çekip gitsin
-uykudan neler öğrenmeliyim-

üzerimde bir yabancıyla yaşıyorum
sanki zıplasam düşecek içimden

Yusuf

Yusuf

Şimdi zamanın içinde bir sabaha varıyor yeryüzü
iğde ağaçlarının altında konaklayan kimsesizliğim
rüzgâra sokuluyor

uludukça kalbimi ululayan acının köpeği
şimdi sen göğün önünde dur!
ben bir acıyı uluyacağım

kapanan kalp surumun kapıları
ve birbirine geçen demir
zincirlerin sesi bu!

kuş diliyle anlatıyorum
bir halkın kerpiçten kurduğu ayrılığı

ben sana çocuktum
-ben sana büyümedim-

şimdi bir mutluluğun kapı önünde oynuyorum
bir mutluluğu sayıyorum: bir mutluluk, iki mutluluk
bir hasret, iki hasret…

şimdi öyle ki ben, bir oyunun kuyusunda
Yusuf’u arıyorum

 

A présent, ne me parlez pas des hommes 

Je souffre tant que
je réveille les pierres souterraines

ma féminité
tirelire emplie de cailloux
nid à vers de terre cavité à piverts
et à renards qui dévalent de son corps
sur mes bras de nouvelles graines sont semées
rechercher l’homme de sa vie est un sujet sérieux

ma féminité est mon hors-d’œuvre
et mes hanches la maison d’une absence
le monde s’arrête ici
vis dans les déchets qui s’y déversent

en partant raconte-lui la chair qui se détache de l’ongle
l’arrachement vécu en toute conscience
raconte-lui cette maladie sans pitié

dans vos regards sa chair a froid comme un agneau tondu
« mon cher, je ne vous suis pas redevable de l’utérus de votre mère»
ma féminité est un continent usurpé

pas un champ à semer…
évidez en mon corps cet organe qui ne m’appartient pas
si j’avais pu le faire glisser telle la mue d’un serpent
vers le crime de ne pas être mère

ce n’est pas la patrie que l’on divise mais le corps des femmes
à présent ne me parlez pas des hommes

 

Un jour j’ai levé le ciel au-dessus de moi
la terre était nue

j’ai creusé en moi
j’ai entendu la voix de la houe

j’ai bu mon lait amer et je me suis couchée
il n’est pas tout blanc

les gens se sont rangés devant mon ombre
comme devant une nouvelle naissance

j’ai ouvert le monde
je suis entré dedans  il n’est
pas comme une huître

je suis montée à bord d’un nouveau navire
et j’ai pris avec moi cette vague que j’avais faite
tomber à la mer.

 

 

Etrangère surtout à moi-même
Je vis avec un étranger sur mes épaules
si je sursaute il tombe

j’observe de ma nuque son dos
de mes cheveux, ses cheveux
de mes mains, ses mains

les racines de mes mains sont souterraines
je suis une terre souffrante me recouvrant moi-même

combien de fois
ai-je laissé sous la pierre mon esprit opprimé

je dors pour qu’il se repose
je me réveille pour qu’il parte
- que dois-je apprendre du sommeil-

je vis avec un étranger sur mes épaules
si je sursaute il tombe

 

Joseph

Le monde s’éveille au matin à ce moment là,
ma solitude, logée sous un jujubier,
se blottit au vent

plus la souffrance du chien hurle, plus elle honore mon cœur
arrête-toi là devant le ciel!
je vais hurler une souffrance

les portes des remparts de mon cœur se referment
et c’est le son des chaînes en fer
qui se mêlent!

je raconte confusément
la séparation en torchis d’un peuple

j’étais un enfant pour toi
-je n’ai pas grandi pour toi-

je joue maintenant devant une porte du bonheur
je compte: un bonheur, deux bonheurs
une nostalgie, deux nostalgies…

si bien que maintenant, dans le puits d’un jeu
je recherche Joseph

 

Traduction C.Lajus